Şiirin Ölümsüz Kadınları

" DİNLE ve YÜREĞİN TİTREMEDEN OKU BUNLARI "

Baudelaire'in şiirinde kadın / Konuşuyor bazen, diyor ki: "Ben güzelim, / Güzelliğim aşkına hep Güzeli sevin / Esin Perisiyim ben, koruyucu, Meryem'im."

Yine Baudelaire'e göre güzellik hüzünlü bir kadın başıdır. Buna benzer bir sözü de Aragon söylüyor: "Mutlu aşk yoktur!"
Kadınlar arasından çok az sanatçı çıktı ama en güzel yontular, en güzel resimler kadınlar için yapıldı, en güzel romanlar, en güzel öyküler, en güzel şiirler kadınlar için yazıldı.

Yaşlı Dante on sekizlik Beatrice'yi yalnızca bir kez, köprüden geçerken gördü ve bu platonik seviden Divina Comedia gibi ölümsüz ve büyük bir yapıt doğdu. Cennet'i gezerken şairin kılavuzu körpe Beatrice'dir.

Sevdalardan perişan Ronsard'ın daha otuz yaşında teni soldu, saçları ağardı. Esin perisi dört kadın Cassandre, Meryem (Marie), Astre é ve Hélène Fransız yazınına yüzü aşkın sevda şiiri kazandırdı. Kurumlu, kendini beğenmiş bir kızdı Cassandre, kök söktürdü solgun yüzlü, saz benizli şaire. Akça pakçaydı. Ronsard'ın bir sone'sindeki tanımıyla, pembe bir alnı, körpe bir teni, kar gibi beyaz boynu, süt gibi beyaz memeleri vardı. Gözleri geceleri ışıtıp gündüze döndürecek kadar parlak ve canlıydı. Elleri tatlı ve pamuk kadar yumuşacıktı. Cassandre'ın, kapalı parmakları şairin yaşamını sımsıkı tutuyordu sanki. Bu sevi platonik değildi, kar kadar ak boyunlu, süt kadar ak memeli güzel Cassandre yatağını bölüşüyordu Ronsard'ın. Yazık ki erken öldü.

Şairin yüreğindeki derin ölüm acısını Meryem adlı, Bourgeil'li bir köylü kızı dindirdi. Anjou kırlarında, ormanlarında yatıp yuvarlandılar. Çok geçmeden ecel Meryem'i de aldı Ronsard'dan.

Aşka teşne şair kalbine bu kez de Estrée Ailesi'nin soylu kızı girdi. Ronsard ona Astrée adını takmıştı.

Ronsard'ın şiirlerindeki dördüncü ölümsüz kadın ana kraliçe Catherine de Médicis'nin manevi kızı Hélène'dir. Kimi araştırmacılara göre "Saray şairi Ronsard Hélène'e ana kraliçesinin buyruğuyla âşık oldu." Şair, Hélène'e yazdığı şiirlerini Hélène İçin Şiirler adlı kitapta topladı. Ancak, kitap basılmadan önce yayınevine Hélène'in protestosu geldi. "Ronsard bu şiirlerden yirmisini beni tanımadan önce yazmıştı. Nitekim daha önce yayınladığı Aşklar adlı yapıtında var. Benim için yazılmamış yirmi şiirin kitaba alınmasını istemiyorum" dedi. Yayıncı bir mektupla durumu Ronsard'a bildirdi. Şöyle yanıtladı şair: "Sevgililerimizin elinden nedir bu çektiğimiz! Şiirlerimizin tarihini araştırmak metreslerimizin değil, edebiyat tarihçilerinin işidir. Ne tek şiir çıkarın, ne tek şiir ekleyin. Uygun görüyorsanız eğer bu mektubu Hélène'e de okuyun."

Ronsard gibi büyük bir şaire de henüz yazınımız kapalı. Yapılan çevirilerin sayısı onu bulmaz. Orhan Veli, Hélène için yazılan sonelerden birini hem çevirdi; hem de bu şiire gönderim yapan bir şiir yazdı.


Göl Şiiri ve Bayan Julie

Yirmi altı yaşındaki Lamartine ruhsal bunalımlar içinde, sinir hastasıdır. 1816 güzünde tedavi için Aix-les-Bains kaplıcalarına gider ve orada, göğüs hastalığına yakalanmış Julie Charles adlı evli genç bir kadınla tanışır. Bourget Gölü kıyılarındaki gezintilerden derin bir platonik aşk doğar. 1817 kışında Paris'te buluşurlar ve yaz ayında yeniden Aix-les-Bains'de, Bourget Gölü kıyısında birlikte olmayı kararlaştırırlar. Günleri iple çeker genç âşık. Ve beklenen o tatlı zaman gelir. Aix'de, Bourget Gölü'nün kıyısında. Bir yandan gözleri yolları kollarken bir yandan da bu göl kıyısında bir yıl önceki tatlı saatleri anımsar:

"Ey göl, henüz aradan bir sene geçti ancak, / Seyrine doymadığı o canım su yanında / Bir gün onu üstünde gördüğün şu taşa bak / Oturdum tek başıma! // Altında bu kayanın yine böyle inlerdin / Yine böyle çarpardı dalgaların bu yara, / Ve böyle serpilirdi rüzgârla köpüklerin / O güzel ayaklara."

Dakikalar dakikaları, saatler saatleri izler. Gece yarısına dek, gözleri yollarda boşuna bekler Lamartine. Julie'nin onu unuttuğunu, verdiği sözden döndüğünü sanır. Sevdalı yüreğine kargışlar yağdırır. Oysa Julie, güzel Julie, Paris yakınlarındaki kır evinde can çekişip son saatlerini yaşıyordur. Julie dünyamızdan göçer, ama Lamartine'in büyük hüznüyle, Yaşar Nabi Nayır'ın dilimize çok güzel çevirdiği Göl şiiriyle ölümsüzler arasına katılır.


Nerval'in İlk ve Son Aşkı: Tombul Güzel, Jenny Colon

Nerval, düşler içinde yaşayan, düş gezgini bir şair. Bir tek kadını sevdi: Tiyatro oyuncusu Jenny Colon. Jenny ölünce onun dünyası da karardı, ve bir kış günü, sabaha karşı kendini bir sokak lambasının direğine asarak canına kıydı. Başta Fantazya olmak üzere şiirlerinin çoğunda, Sylvie adlı öyküsünde, bir tür poème en prose diyebileceğimiz Rüya ve Yaşam (Le Rêve et la Vie) adlı öyküsünde Jenny Colon ile, değişik adlarda, sık sık karşılaşırız. Beyaz tenli, akça pakça, ablak yüzlü, tombul, anaç bir kadın. Ahım şahım bir oyuncu da değil. Bir müzikçiyle evlenir, birkaç çocuk doğurur ve Nerval'in tanrıçalar katına yükselttiği sarışın Jenny genç denecek yaşlarda Paris'te ölür. Jenny ölse de Nerval'in aşkı sürer gider. Kimi araştırmacılara göre bu sevgi hep platonik düzeyde kaldı; Nerval, Jenny Colon'un kişiliğinde, doğumundan çok kısa bir süre önce ölen, yüzünü bile bilmediği annesini buluyordu.

Rastlantı daha sonraları, karşısına Marie Playel adlı esmer güzeli bir piyanisti de çıkardı. Dal gibi, ince bir kadın. Siyah, uzun kaşları boydan boya uzanıyor alnında. Yay kaşlarının altında, kıyıları loş, hülyalı iri ve siyah gözler. Kusursuz bir burun, küçük bir ağız, usul gülücü, tatlı kıvrımlar, ince dudaklar. Nerval'in yapıtlarına zaman zaman Marie Playel de girdi ama hiçbir zaman Jenny Colon'un yerini tutamadı. Fantazya şiirinde Jenny Colon'la, ölümden sonra, gelecek zamanlarda değil, geçmiş zamanda buluşur:

"Ve büyük bahçeler içinde, köşeleri taş, / Tuğla bir şato, camları kızıla çalıyor, / Bir ırmak, çiçekler arasında yavaş yavaş / Akıp eteklerini yıkayarak suluyor… // Bir kadın var şatonun geniş penceresinde / Kara gözlü ve kumral, belki de tanıdığım / Bir kadın, geçmiş zaman esvapları içinde / Belki başka yaşamda görüp anımsadığım."


Baudelaire'in Kötülük Çiçekleri


Karanlıklar Prensi Baudelaire ilk bakışta seviye ve aşka karşı acımasız gibidir. Genç şairlere şu öğüdü veriyor: "Yazıncılara, özgür ve mağrur ruhlara, yedinci gün dinlenmek gereksiniminde olan yorgun ruhlara ancak iki tür kadın önerebilirim: Yosmalar ya da aptallar; sevişme ya da çorba. Nedenini açıklamaya gerek var mı kardeşlerim?"

Günceler'inde de şu notlarla karşılaşıyoruz: "Aşk işkenceye ya da ameliyata çok benzer (…) Ya erkek, ya da kadın, ikisinden birincisi ameliyatçı ya da cellat, ikincisi hasta ya da kurbandır. (…) Ben şunu söylüyorum; aşkın tek ve yüce zevki onun kötülük yapma, acı çektirme gerçeğinde yatar. Ve erkek de, kadın da, her cinsel arzunun kötülükte bulunduğunu daha doğuştan bilir."

Dürüst Oyunlar ve Romanlar adlı yazısında da benzer sözler söylüyor: "Şairlerin sevgilileri mi? Çoğunun eteği bokludur. Önüne bir çorba koyuyor ve paranı bir başkasına yedirmiyorsa buna da şükret."

Bunları yazan Baudelaire aslında sevdiği kadınlara karşı hep saygılı oldu. Yüreğinde yalnızca iki kadın yaşadı, şiirlerinde yalnızca iki kadın yer aldı: Annesi ile metresi tiyatro oyuncusu Jeanne Duval. Madame Sabatier gibi araya girenler de oldu ama onlar Baudelaire'in yaşamında köklü bir iz bırakmadılar.

Şair, Jeanne Duval'le 1842 Mart ayında, yirmi bir yaşında iken tanışır. Baudelaire'in arkadaşı Théodore de Banville, Jeanne Duval'i şöyle betimler: "Saçları maviye çalan parlak bir siyahlıkta, gözleri iri ve kara, dudakları etli ve dişi. Baudelaire'in şiirlerinde betimlediğine göre de göğüsleri dik ve solgun." Zamanın ünlü fotoğrafçısı Nadar da şunları söyler onun hakkında: "Güzel, çekici, zarif bir kadın. Kendi yağıyla kavrulan biri. Lokantada yediği yemeğin parasını kimseye ödetmeyecek kadar gururlu, onurlu." Kimilerine göre ise çirkin, aptal, savurgan, açgözlü, sadakatsiz. Gerçek yeri Baudelaire'in yatağından çok kaldırımlar olmalı. Ona ateş püskürenlerden biri de Baudelaire'in annesi, "oğlumu yiyip bitirdi" diyor. Ya Baudelaire? O ne düşünüyor Jeanne Duval için?

"Soyunmuştu bir tanem, tek kalan şey teninde / Gözalıcı takılar, çünkü beni tanırdı, / Üstünde kölelerin özgürlük günlerinde / Taşıdığı alnı dik, fatih havası vardı. // Takıların alaycı sesinde raks ederken / Madenler ve taşlarla ışıklanan şu dünya / Coşturur yüreğimi, dehşetli düşkünüm ben / Sesin ışıkla hemhal olduğu eşyalara. // Bırakmıştı kendini koynuna sevgilerin, / Süzüyordu divandan o gülen bakışları / Bir deniz kadar tatlı, bir deniz kadar derin / Kıyıya çarpar gibi ona vuran aşkımı."

İntihar girişiminde bulunan Baudelaire vasiyetinde bütün mal varlığını Jeanne Duval'e bırakır. Tüm yaşamı boyunca bu esmer güzelinin geçimiyle, sağlığıyla ilgilenir. Yazık ki Baudelaire öldükten sonra nice şiirlerin ölümsüz kadını Jeanne Duval de Paris sokaklarında sürünür.


Apollonie Sabatier, Platonik Aşk


Bayan Apollonie Sabatier, Baudelaire'le aynı yaşta, otuzunda güzel bir kadın. Yüksek sosyeteden. Geniş yüzü ve geniş alnıyla Fransızdan çok bir İtalyana benziyor. Sağlıklı, düzgün bir teni var. Çok neşeli. Ancak, edasında, havasında dişilikten çok bir mermer güzelliği yansıyor. Şair "Pek Neşeli Kadına" şiirinin hemen girişinde onu şöyle betimler:

"Güzel bir manzara gibi güzel / Başın, edan, her halin, davranışın / Yüzünde oynayıp duran gülüşün / Sanki parlak gökteki serin bir yol."

Bayan Sabatier bir bankerin oğlunun metresi. Montmartre'daki görkemli evinin salonu çağın sanatçılarının, yazarların, ressamların, şairlerin uğrak yeri. Şairimiz sanki bir çocuk; imzasız aşk şiirleri, imzasız aşk mektupları gönderiyor Bayan Sabatier'ye. Kötülük Çiçekleri'ndeki onu aşkın şiirin esin kaynağı. Salondaki toplantılarda konuşuyor, sohbet ediyor kadınla, hayran, ama açıklayamıyor aşkını.

Sabatier'nin kişiliğinde Baudelaire aslında annesine olan sevgi ve hayranlığını dile getirir. Bir sevgili değil, bir koruyucu melek, ana kucağı arıyor. Nitekim ona yazdığı şiirlerden birinde bu özlemini anlatır:

"Mutluluk dolu, ışık dolu kıvanç dolu Melek / Sayrı Davut esenliği büyülü bedeninden(1) / Yayılan ergen sıcaklıkta aradı ölürken / Dualarındır senden benim istediğim tek / Mutluluk dolu, ışık dolu, kıvanç dolu Melek"

Şiirlerle süslenmiş sevda dolu imzasız mektuplar sonunda yüreğini fetheder Sabatier'nin. Geceyi birlikte geçirirler. Ertesi gün Baudelaire bir mektupla bu ilişkiye son verir: "Dün sana şöyle demiştim: Beni unutacaksınız, hoşunuza giden insandan da bir gün usanacaksınız. Bugün de sözlerime şunu ekliyorum: Gönül işini budalalık edip ciddiye alma, acı çekersin. Görüyorsunuz ya, sevgili güzelim, kadınlar hakkındaki önyargılarım hiç de hoş değil. Kısacası, inanmam onlara. Güzel bir ruh taşıyorsunuz ama, ne de olsa bir kadın ruhu bu (…) Sen birkaç gün öncesine kadar, güzel, kirletilmez, esenlik veren bir tanrıçaydı; ama şimdi artık yalnızca bir kadın oldun."

"Sen"li ve "siz"li hitapların iç içe olması, birbirine karışması Baudelaire'in bu mektubu nasıl karışık bir ruh hali içinde yazdığını gösteriyor. Kimi araştırmacılara göre şair cinsel ilişkide başarılı olamadığı için suçluluk duygusuyla bu mektubu yazdı.

Babası öldüğünde henüz altı yaşındaydı Baudelaire. Annesi bir subayla evlenip onu hemen yatılı okula vermişti. Terk edilmenin acısını yetişkin dönemlerinde de unutamıyordu şair. Tıpkı annesi gibi bir gün Sabatier'nin de onu terk etmesinden kortu. Aynı acıyı yeniden duymamak için ilişkiye kendi son verdi. Ayrıca, bu kopuş, acı çekmekten hoşlanan, suçluluk duygusu içindeki mazoşist Baudelaire'e acı çekme ve kendini cezalandırma olanağı da verecekti.


Balkon şiirinde Baudelaire annesine olan büyük sevgisini dile getirir.

6 Mayıs 1861 tarihli mektubunda, Honfleur'deki annesine şunları yazıyordu kırk yaşındaki Baudelaire: "(…) Çocukluğumda sana tutkulu bir aşkla bağlandığım bir dönem oldu; dinle ve yüreğin titremeden oku bunları. İlk kez böylesine içimi döküyorum. Faytonla yaptığımız bir geziyi anımsıyorum. Saint-André-des Arts ve Neuilly Meydanları. Uzun gezintiler, süregiden sevgiler! Anımsıyorum, rıhtımlar akşamları insana kasvet verirdi. Ah! Anne sevgisini tattığım ne güzel zamanlardı. Güzel zamanlar dediğim için beni bağışla, senin acılı günlerindi.(2)

Ama ben senin yanında hep yaşayan bir varlıktım; yalnızca benimdin artık. Hem put'um hem arkadaşımdın (…) Daha sonra, bilirsin, kocan(3) ne acımasız bir eğitim seçti benim için. Kırk yaşındayım ve hâlâ o kolej yıllarını ve üvey babamın yarattığı korkuyu acıyla anımsıyorum (…) Sonunda kurtuldum ama tümüyle terk edildim (…)"

Balkon şiirinde Baudelaire annesiyle birlikte geçirdiği o çocukluk günlerini, annesine "tutkulu bir aşkla bağlandığı dönemi" dile getirir:

"Anıların annesi, güzellerin güzeli / Sen tüm arzum, emelim, tüm çabam şu dünyada! / Sıcak okşayışları anımsarsın değil mi? / Tüten tatlı ocağı büyülü akşamlarda / Anıların annesi, güzellerin güzeli!"

Bir şiiri çeviren kimsenin, hem şiirin sahibi şairin yaşam öyküsünü, hem de çevirdiği şiirin öyküsünü, yazıldığı ortamı bilmesi gerekir. Cahit Sıtkı Tarancı Balkon'u bir aşk şiiri sanarak çok yanlış çevirdi. Cevat Çapan da Balkon 'u Aşk Şiirleri Antolojisi'ne alarak bu yanlışlığı perçinledi.


(1) Isınsın diye yaşlı Davut Peygamberin koynuna bir genç kız koyuyorlardı.
(2) Baudelaire'in babası yeni ölmüştü, genç yaşta dul kalan anne yaslıydı. (E.A.)
(3) Baudelaire'in üvey babası general Aupick.


 Erdoğan Alkan / Varlık, Sayı 1062, Mart 1996